Neydi Mutluluğun Sırrı?




Elindeki her şeyle bütün kozları oynamak mı?

Yoksa elinde, kalbinde, ne varsa paylaşmak mı?

Peki, şatafat arasında samimi kalabilir miydi insan? 

Eğer öyle olsaydı, en mukaddes yerler bu kadar gösterişten uzak seçilir miydi?

Evde yapılmış bir sandviç ve termosa koyulan çay neden bazen en lüks restoranda yenilen yemekten daha fazla keyif verir? 

19 yaşındaydı Aygül. Çalıştığı yerde yeni biriyle tanımıştı. Aslında hiç tarzı değildi; çok sessiz, sakin, kendi halinde, gerekmedikçe konuşmayan bir yapısı vardı. Bizim kız ise hareketli, konuşkan ve arkadaş canlısıydı. Arada bir onu görüyor ve Aygül'le atışıyordu. Bir gün elinde iki biletle çıkageldi delikanlı. "Ata Demirel’in gösterisine 2 biletim var, gelmek ister misin?" dedi. 

Aygül önce anlamadı; hiç beklenmeyen bir hareketti. 

Sonra kafasını topladı ve "Saat kaçta?" diyebildi. "20.30, Bostancı Gösteri Merkezi'nde." 

"Maalesef akşam saatte dışarı çıkmama ailem razı olmaz," dedi. 

Delikanlı hiçbir şey demeden geri dönüp gitti. Aslında çok da gitmek istiyordu, ama maalesef ailesine ne diyeceğini bilmiyordu.

Ertesi gün tekrar geldi genç ve "O zaman seni kahvaltıya davet edeyim, sabah gelebilirsin herhalde," dedi. "Bak, o olur," diyerek yüzünde gülücükler açtı Aygül'ün. Sonrasında başlayan iki senelik arkadaşlık döneminden sonra Aygül artık evlenmek ve rahatça görüşmek istiyordu. Bu iki sene boyunca hediyeler, yemekler... Elini cebine attırmıyordu Aygül’ün. Kavga ediyorlardı, hemen arkasından ya çiçek, ya kolye, ya başka bir şey geliyordu. Tabii ki bu da hoşuna gitmiyor değildi bizim kızın.

Gel zaman git zaman evlilik teklifi gelip çatmıştı. Önce Boğaz'da en lüks restoranda yenilen bir yemek, ardından çok özenle hazırlanmış bir yat gezisi ve gelen bir evlilik teklifi. Sonrası tabii ki evetler havada uçuştu. Yapılan söz, nişan, kına gecesi, gelin hamamı, bohçalar, hediyeler derken ev düzüldü. Tam üç eve yetecek kadar eşya vardı evlerinde. Kız tarafı da, erkek tarafı da çok özenmişti bu evlilik için ve hiçbir eksikleri olmadan kuruldu yuvaları. Borçlarla beraber…

Evliliğin ilk zamanları çok güzeldi. Rahat rahat dışarı çıkabiliyorlardı. Gece geç saatlere kadar geziyorlar, eve geliyorlar, yemek isterlerse dışardan söylüyorlar veya ailelere gidiyorlardı. Ama bir eksiklik vardı, adını koyamadıkları. Halbuki her şeyleri tamdı. Yine de tam hissedemiyorlardı. Zamanla borçlar artık bellerini bükmeye başladı, çünkü eğlencelerinden hiç kısmamışlardı. Ve ardından gelen çatırdama sesleri, başlangıçta ne kadar gösterişli başlamış olsalar da, evliliklerinin içinde belirmeye başladı. Hiç ortak yaptıkları bir şey kalmamıştı ve artık birlikte vakit geçirmekten zevk de almıyorlardı. Borçlar çok arttığı için daha çok çalışmaları gerekiyordu. Çok beğenerek aldıkları oturma takımına bir kere bile oturamadan bitti evlilikleri. O kadar sert oldu ki boşanmaları, başladığı gibi şatafatlı bitti. 

Ve evi boşaltırken şu sözler döküldü kızın dudaklarından: 


Yorum Gönder

15 Yorumlar

  1. Zamana yayabilsek şu mutluluğu, ne güzel olurdu...

    YanıtlaSil
  2. Günümüz evliliklerinde yaşanan problemler çok güzel anlatılmış. Kaleminize sağlık…

    YanıtlaSil
  3. İnsan nasıl yanılıyor…Sahip olduğu imkanları, debelenerek sahip olduğu o ünvanını başarı zannederken
    her istediğinin yapılmasını, bir sevdiceğinin olmasını mutluluk zannediyor…
    Oysa gerçek mutluluk gerçek başarı dediğimiz şey ne?

    Gerçek başarı ve gerçek mutluluğa ulaşabilmek dileğiyle…

    YanıtlaSil
  4. Her şeyin tam olması gerektiği düşüncesi ne kadar zarar verici. İnsan mükemmeli hayatında isteyerek kendine zulm ediyor gerçekten. Eskiler evinde bir eksiğin olsun oda nazardan korusun seni derlermiş... Emeğinize sağlık 🌺

    YanıtlaSil
  5. Şahitliğim var... Yeni evli ve boşanan bir çiftin ikinci ele düşmüş eşyaları başkalarının ihtiyaçlarını karşılamıştı, o kadar da yeniydi ki ikinci el dükkanında satan adam orada satmak istemezdi... Eskiler evliliğin başından son günlerine kadar birbirlerine emek verdikleri için sanırım evlilikleri bu kadar uzun ve samimi sürüyor...Çok güzel ve düşündürücü bir yazı, Kaleminize sağlık...

    YanıtlaSil
  6. Ama bir eksiklik vardı, adını koyamadıkları…
    O kadar güncel bir öykü ki…
    Kaleminize sağlık 🌼

    YanıtlaSil
  7. Her zaman yapılan doğru sandığımız yanlışlar yine. Keşke bilselerdi.

    YanıtlaSil
  8. Çok güzel yazı olmuş, Ellerinize sağlık 🌷

    YanıtlaSil
  9. Keşke mutluluk denilen şeyin; o kadar anlam yüklemeden, büyük beklentiler içine girmeden, sade bir hayatın içerisinde olduğunu bunları yaşamadan anlayabilseydik.

    YanıtlaSil
  10. İnsan neyin daha önemli olduğunu göremeyebiliyor. Ama bunun için de illa yaşamak mı gerekir? Bu kadar acı çekmeden ön görülebilir mi? Doğru karar nasıl verilir?
    Tüm yanıtları seminerlerde buldum hayatımda... Ne kadar teşekkür etsem az kalır. ALLAH vesile olan herkesten razı olsun.
    Çok şey hatırlattı bu yazı. Ve bulunduğum yere daha da şükretmemi sağladı.
    Kaleminize sağlık. 🪻

    YanıtlaSil
  11. Geleceğinden kredi çekenin sonrası artarak gelen mutsuzluktur... Keşke bilselerdi.

    YanıtlaSil
  12. Mutluluğu hep sahip olduklarımızda, gösterişlerimizde aradık, soyut marifetlerimize hiç önem vermediğimiz için yanıldık,

    YanıtlaSil
  13. Somutluk arttikça ,soyutluk azalıyor....ellerinize sağlık

    YanıtlaSil
  14. İnsan isteklerini aşırılarla tatmin edeceğini zannettiği andan itibaren, her seferinde dahasını yaparak zevk almaya alıştığından itibaren kendi mutsuzluğunu inşa etmeye başlıyor aslında…
    Emeklerinize sağlık 🌸

    YanıtlaSil