Gerçek Teslimiyet

 


Gelin olduğu ilk Kurban Bayramıydı. Sabahın köründe kalkmış, mutfağın yolunu tutmuştu. Tencere tencere et, paçalar, kavurmalar… Her yeri et kokusu sarmıştı ama asıl yoğun olan, içindeki stres ve yorgunluktu.

Ev kalabalıktı. Gelen gideni aratıyor, çocuklar şeker toplarken mutfaktaki kadınlar gizli gizli eti kaşıklıyordu. Yeni gelin göz ucuyla kayınvalidesine bakıp onun “Hıh, olmuş,” demesini bekliyordu.

Sofra kuruldu. Herkes yerini aldı. Tam tabaklar dolmuşken, kaynana elindeki paçayı kaldırdı ve bir bilmişlikle gülümsedi:

-Kızım, bu ayakları da çorbada kullanacağız. Yoksa nasıl sıratta bizimle birlikte yürürler ki?

Sofrada bir anlık sessizlik oldu… Sonra kahkahalar yükseldi.

Yeni gelin hem utanmış, hem şaşırmış, hem de ‘Bu nasıl laf şimdi?’ diye içinden geçirmişti.

Ama kimse kayınvalidesinin lafına karşı çıkamıyordu, hele ki o böyle yarı şaka yarı ciddi konuştuğunda.

Tam herkes gülmeye devam ederken, kayınpederi peçetesini dizine bıraktı ve sesini yükseltti:

-Kızım kurban sadece bir et meselesi değildir. Bu, binlerce yıl önce Hz. İbrahim’in RABbine duyduğu teslimiyetin adıdır. Oğlu İsmail’i kurban etmeye götürürken, ne gözyaşı döktü ne de tereddüt etti. Çünkü biliyordu ki ALLAH’tan gelen, en doğru olandı.

Ve İsmail… O da aynı teslimiyeti gösterdi ve dedi ki; ‘Babacığım, sana emredileni yap. İnşALLAH beni sabredenlerden bulursun,’ 

Yeni gelin, elinde bardakla o an donakalmıştı.

İçindeki bayram telaşı, yorgunluk, hepsi bir anda başka bir şeyin gölgesinde kalmıştı… ‘Teslimiyetin büyüklüğüne bak’ dedi mırıldanarak…

Kayınpederi devam etti:

-O kurban, aslında bizim içimizdeki bağımlılıklara, hırsımıza, kibrimize karşı bir meydan okumaydı. Bugün biz bir hayvanı kurban ediyoruz ama aslında o hayvan, içimizdeki benliğin temsilidir. Aslında onu kesmek, ALLAH’a ‘Ben senden geldim, sana döneceğim’ demektir.

Sofrada derin bir sessizlik olmuştu...

Gözleri dolu dolu bir kez daha hikâyeyi dinlediler. Yeni gelin ise bakışlarını yere indirip bambaşka bir aleme dalmıştı.

Artık o sadece ilk bayramını değil, aynı zamanda ilk gerçek teslimiyetini de yaşamıştı.

Belki ayağın çorbaya katılması, sıratta yürümek içindi… Ama asıl sırat, bu dünyada nefsiyle yürüyebilmekti.

Gün boyu bu sözler dolandı zihninde. Herkes gidip ev sessizleştiğinde, bulaşıkları toparlarken eşi geldi yanına. Yorgun ama memnun bir yüzle:

-‘Ne güzel geçti değil mi ilk bayramın’ dedi.

Gelin başını salladı, sonra gülümsedi.

-Güzel geçti… Ama şimdiden seneye hazırlığa başladım bile.

Eşi şaşırdı.

-Daha bu bitmedi, seneye neyin hazırlığı?

Yeni gelin, göz kırptı:

-Seneye sıratta yürüyebilmek için paçaları tamamen sana ayırıyorum. Hatta kaynanamla birlikte kaynatırım, garanti olsun. Ben şimdi bilemem edemem, onunla yapayım…

Gülüşmeler içinde mutfağın ışığı kapandı.

Evet… Bayram, ne yorgunluk ne de sadece et demekti. Bayram, gönüllerin yumuşadığı, nefislerin terbiye edildiği bir teslime yürümekti.

Birlikte… Her gün... Her adımda… Nereye kadar mı? Sırata hatta oradan cennete kadar İnşALLAH…

Yorum Gönder

5 Yorumlar

  1. İnşALLAH ❤️

    YanıtlaSil
  2. Hayırlı nayramlar.

    YanıtlaSil
  3. Gerçek teslimiyetlerimiz olsun inşallah ;))

    YanıtlaSil
  4. İNŞALLAH, RAB'bim 🤲
    Çok iyi geldi yüreğinize sağlık...

    YanıtlaSil
  5. Emeğinize sağlık 🤲

    YanıtlaSil