İhsan amca... Artist gibi derler ya... İşte o da Yeşilçam’ın film artistlerine benzeyen yakışıklı bir adamdı. Gençliğinde mahalledeki bütün kızların pencerelerde yolunu gözlediği; bir bakışı, bir gülüşü ile iç çektirdiği bir yakışıklı... Gençliğinde diyorum ama hala havasından bir şey kaybetmemişti İhsan Amca...
Ama hayat sadece güzel bir yüze sahip olmak için gelinmiş bir yer değildi... İhsan Amca da bunu iliklerine kadar hissetmiş ve iman etmiş biriydi.
İhsan amca vakti zamanında Anadolu'nun güzel bir dağ köyünden eşiyle İstanbul’agöç etmişti. O zamanlar köyde çiftçilikle ve hayvancılıkla uğraşmak eski rağbetini kaybetmişti. Onun yerine İstanbul gibi büyük bir şehre göç etmek yeğlenirdi.
İşte böyle yoksunluğun olduğu bir dönemde İstanbul’a göçen İhsan amcalar bizim mahalleye taşınmıştı. Mahallede yalnız yaşayan Esma teyzenin evinin bir odasını kiralayarak yeni bir hayata başlamışlardı. Hem Esma teyzeme arkadaş olacaklar hem de kalacak yer işini şimdilik halletmiş olacaklardı. Ne bilsinler ki sonra o evin sahibi olacaklarını...
O dönem, insanların alım gücü çok sınırlı olduğu için bir kilo şeker almak demek mahallenin zengini olmak demekti. Esma teyzemse bir kilo şekeri rahatlıkla alabilen hatta dağıtabilen zengin teyzelerimizdendi. Mahalledeki tüm çocukların teyzesi...
İşte böyle bir ortamda, pazarcılığa başladı İhsan amca. Eskiden ekip biçtiği meyve sebzeleri şimdi satar olmuş, zorluklara rağmen mutlu ve başarılı olmanın yollarını aramaya başlamıştı. Eee her şey köydeki gibi değildi ki... Karmaşanın içinde yeni bir hayat... Ama umutluydular eşiyle... İstanbul onlara iyi gelecekti...
İhsan amca, ezanla birlikte kalkar, kahvaltı bile etmeden yollara düşerdi. Bilirdi ki; önce yiyeceği her şeyi hak etmek gerekliydi. ‘Önce üretim sonra tüketim’ derdi. Sabahtan akşama kadar pazarda sebze meyve satar, kalanları da dönüşte eve getirdi. Tabii eve gelene kadar fakir fukaranın veya komşularının da hakkını da vermeyi unutmazdı.
Akşam oldu mu eşi veya çocuklarından biri onu hep pencerede beklerdi. O da uzaktan gördüğü o perdenin kıpırdayışıyla adeta uçarak atardı evine doğru son adımlarını. Eee... Mutlu bir yuvanın babası olmak yorgunluğu bir kenara bırakmayı gerektirirdi.
Hem öyle de özlerdi ki onları... Çünkü o zamanlar özlemek vardı. Gün içerisinde kimse ulaşamazdı ki birbirine cep telefonlarıyla... Herkesin ayrı bir telaşı vardı. Herkes işinde gücünde... O yüzden çocuklar babalarını heyecanla kapıda karşılar, elindeki poşetleri alır, terliklerini verirlerdi. Ve neler yaptıklarını heyecanla anlatmak için can atarlardı. O yüzden akşam sohbetleri ve paylaştıkları, aile ferdine çok iyi gelirdi...
Üç çocuk vardı evde... Her biri diğerinin hayat arkadaşı olmuştu. Ne yaşanırsa hepsine tecrübe olur ve birbirlerine aynı hataya düşmemek adına destek olurlardı.
“Her çocuk bir sonrakilerin yol göstericisi olur” derler ya... O yüzden en büyüğe daha çok iş düşerdi tabi. Kolay mıydı üç kardeşin en büyüğü olmak? Ama küçük olmak da pek kolay sayılmazdı. Küçük kız kardeş öyle yeni kıyafet kolay kolay göremezdi. İşte o yüzden her kardeş birbirine destek olur, bir eksiğini karşılardı.
Onlar da bu yoklukta insanın ihtiyaç sahibi ve ihtiyaç gideren olduğunu beraberce öğrenmişlerdi.
İhsan amcanın hanımı Meral teyze de evde dikiş diker; öğlen de pazara yemek götürür, eşinin ihtiyacını görürdü. Bazen bu görevi çocuklara devretse de eşine yemek götürmeyi çok severdi. Gün içerisinde eşini bir kere görmek bile onu neşelendirirdi. Hem aile olmak bunu gerektiriyordu...
Esma teyzemiz ise bu aileyle ömrünün son zamanlarını o kadar huzurlu geçirmişti ki...
İlk zamanlar rahatsız etmemek için odadan dışarıya çıkmayan aile sonra onun gerçekten ailesi gibi olmuştu. Meral teyze onu hiç yemeksiz bırakmazdı. Yaptığı her yemekten bir tabak da ona doldurur ve çocuklarla gönderirdi. Ama bir ay geçmeden tabakların birleştiği bir sofrada yemek yenilen bir yuvaya dönüşmüştü Esma teyzenin evi.
Ondan sonra da mahallenin Esma teyzesi evdekilerin Esma ninesi olmuştu. Ve ölene kadar da böyle devam etmişti.
O zamanlar azın bereketi vardı. Şimdi de var da; şükür yok... İnsan azdan aldığı lezzeti hiç unutmaz... Bir meyve, bir kek, bir süt içilecekse hep üç kardeş paylaşır ve hep çok lezzet alırlardı.
Hatta üç kardeş değil, bütün mahallenin çocukları paylaşır ve hepimiz o çok olan lezzeti alırdık. İşte bizdeki az, bizdeki çokluğu oluşturmuş haberimiz olmadan...
Mesela bayram öncesi pazardan aldığı kumaşlarla bütün mahalledeki ailelerin bayramlıklarını dikebilirdi Meral teyze. Her ailede herkesin tamtakır bir bayramlığı da olmak zorunda değildi. Birine etek, birine pantolon, birine gömlek... Giydikleri parça parça olsa da hepsinin bayram neşesi, heyecanı tam olurdu. Oradaki birlik oluşumuz hepimizi tamamlıyordu.
Hayal gibi değil mi? Oysa o zaman her şey gerçekti. İnsanlar, dostluklar, komşuluklar… Hatta meyveler, eşyalar, elbiseler, oyuncaklar bile…
İhsan amcalar ilk geldikleri günden itibaren hep çalışkan, hep üreten bir aile olmuşlardı. Ve bu da bizim mahalleye sirayet etmiş; bizi de üretici, çalışkan ve huzurlu bir mahalleye dönüştürmüştü.
Bizim yakışıklı pazarcı İhsan amcamız, Meral teyzemiz ve üç kardeşimiz, bize yokluğun kıymetini öğretmişti. Yokluk, insanı harekete geçiren bir şeydi. Ama bu harekete geçişi insanca yapabilmek de o kadar kolay değildi.
Biz bunu ondan öğrendik ve teşekkür ettik. ‘Yoklukta ve varlıkta nasıl mutlu ve başarılı bir insan, bir aile, bir mahalle olunur?’ sorusunun cevabını öğrettiği için...
10 Yorumlar
Yoklukta ve varlıkta mutlu ve başarılı olabilmek dileğiyle :)
YanıtlaSilYokluk varlıkmış meğer..
YanıtlaSilAile olmak, ihtiyaç gideren olmak, birleşen olmak ne güzel anlatılmış. Kaleminize sağlık 🍃
YanıtlaSilOkurken insanın içini ısıtan bir yandan da şahit değil miydim? diye seslenen iç sesi dinlemek.... Çok şükür... İnsanların her çocuğa ayrı oda planladıkları evlerde eskiden tek odada tüm çocuklar olurdu, giysi kavgaları olur herkes karşısındakinin sınırını bilirdi.Sokakta oynarken acıkmak gelmezdi ki insanın aklına:) En çok misafir agirlanan ev en güzel olandı, uzaktan gelmeler olur gelince de kalınır herkes daha da çok kaynasirdi.Misafir odası mi vardı? Hayır o evin salonunda herkes yatardı.Simsiki bağlar ve o günün sıkılığı şimdinin dostlukları...Eldekiler de gitmeden şükür edebilmek safları sıkı tutmak umuduyla...
YanıtlaSilVarlıkta insan kıymetini anlayamıyor, yokluk varlığı da kıymetlendiriyor ömür boyu kıymetini bilmek nasip olsun❤️
YanıtlaSilAzın bereketi var! Çok güzelmiş. Biraz irdelemem lazım bunu
YanıtlaSilTşk ederim
Ne güzel bir aile! Yokluklar, imkansızlıklar insanı birbirine ve hayata daha çok.bağlıyor...
YanıtlaSilYokluğun bereketi ne güzel anlatılmış. İçi ısıtan, eskiden fazlaca yaşanan gerçekliğe açılan bir öykü... Bu gerçeklikten, üretimden ilham alıp hayatımıza da uygulamak, nasiplenen olmak duasıyla 🤲
YanıtlaSilKendimi eski mahallede hissettim. Camın önünde babamızı heyvanla beklediğimiz kapı calınca ben açıcam diye koşturduğumuz günlere . Eskiden calışkan olmak değildi marifet herkes çalısmak zorundaydı. Çalı süpürgesiyle evini süpüren kadınların bütün gün otutup tv. seyetme alışkanlığı yoktu. Zaten gündüz tv de yoktu. İmkan azdı dolayısıyla marifet çokdu...
YanıtlaSilGerçek bir aile, ilişki nasıl kuruluru ne güzel anlatmışsınız 🌹
YanıtlaSilKaleminize sağlık