-Offf ya. Yine mi ödev… Üç sayfa yaptım işte, yetmiyor mu?
-Güzel oğlum sen ödevini bitir; ben de sana en sevdiğin filmi açar, mısırı da patlatırım olmaz mı? Bence iyi bir anlaşma, değil mi tatliş?
-Hiç de bile, tatliş… Zaten üç sayfamı yaptım. Zaten öğretmen de ödevleri doğru düzgün kontrol etmiyor… Yaptık işte birkaç sayfa göstermelik, yeter de artar bile…
-“Aaa oğlum, saçmalama. Ödevi öğretmenine değil kendine yapıyorsun. O dersi daha iyi anlaman ve hafızana yerleştirmen için. Bunu ben sana kaç kere anlattım.
-Boş ver anne… Şu formülleri hafızama niye yerleştireyim ki? Sadece şu dersi geçeyim yeter bana…
-“Aman çocuğum… Ne kadar gevezelik yaptın ya… Şimdiye bitirmiştin ama. Hadi bak bir sayfacık daha… Hadi…
-Yeter ya yeter. Her gün bu işkence çekilir mi ya… Bıktım artık…
Sevil’in evinde bu konuşmalar artık rutine dönmüştü. Her akşam aynı terane… Çok sıkılmış ve çok üzülüyordu. Böyle olunca hemen telefonla arkadaşını arar ve başlardışikayete…
“Edacım… Ben bıktım artık bu çocuklardan. Ne yapsam yaranamıyorum. Ben mutlu etmeye çalıştıkça onlar sanki daha da mutsuz oluyor. Ne yapacağımı şaşırdım ben.
Ben bir şeyler yaptıkça onlarda sanki yapmamak için yemin ediyorlar… Yok, yok… Ben çok büyük bir ‘Ah’ aldım herhalde ki; ALLAH’ da bana bu iki işe yaramaz çocuğu verdi.
Bu telefon konuşmalarında arkadaşı her seferinde ona bir şeyleri düzeltmesi için önerilerde bulunsa da o sırada Sevil’in duyguları tavan olduğundan bilinci kapalı oluyordu. O yüzden de sorduğu hiçbir soruyu çözüm için sormuyordu. Sadece şikayet edip konuşmayı bitiyordu.
Sevil ve eşi… çok şükür ki maddi olarak hiçbir sıkıntısı yoktu… Bir eli yağda bir eli balda misali geçinip gidiyorlardı.
İkisi de çocukluklarında sıkıntı çektikleri için daha çocukları olmadan şöyle demişler; “Biz çektik çocuklarımız çekmesin. Ne isterlerse alalım. Hiçbir şeyden mahrum kalmasınlar.”
Güya vakti zamanında eksikliğini hissettikleri ne varsa onları çocuklarına hissettirmeyeceklerdi.
Ama yanlış giden bir şeyler vardı. Onlar verdikçe çocuklarda bir şeyler artmıyor hatta eksiliyordu. Ne mutlulukları, ne başarıları… Artmıyor aksine eksildikçe eksiliyordu. Nedenini de bir türlü çözemiyorlardı. Oysaki dünyayı önüne serip her isteklerine ‘Evet’ diyen bir anne babaydılar ama…
Bilselerdi ki şikayet ettikleri her şeyin sebebi buydu; acaba yine önlerine dünyayı serer miydiler?
Televizyonda bir reklamda bir ayakkabı mı görüldü? Hemen istenir ve hemen alınırdı? Arkadaşında bir oyuncak mı beğenildi hemen ‘Ben de istiyorum’ denilirdi. Ve bu istek emir telakki edilip hemen yeri getirilirdi.
Farkında değillerdi ama en büyük yanlışı, en doğru şeyi yaptığını zannederken yapıyorlardı.
Bir insana sadece imkân verirsek onu sadece bozabiliriz…
Çocuğumuzu sevmek demek, onun önüne dünyaları sermek değildir ki… Sevmek demek; onun yetiştirme bedellerini ödeyebilmek, demektir. Akışına bırakmamak, onunla nerede kötü olacağımızı iyi bilmek, demektir.
İşte bunu göremeyen bu karı kocanın hayatları çocuklarını mutlu etmek üzerinekurulmuş ve artık başka hiçbir ihtiyaç akıllarına bile gelmez olmuştu.
Oğlum bilgisayar istedi, alalım… Kızım telefon istedi, alalım… Oysaki hayatta herşey onların istekleri etrafında dönmüyordu ki… İstekleri onları sadece daha da isteyen bir insana dönüştürüyordu. Ve aldığı her eğlencelik şey sadece diğer eğlenceliğe giden basmağı oluşturuyordu.
‘Sen bununla bugün eğlen, yarın daha keyiflisi gelecek. Bununla işim bitti, hadi yenisi gelsin.’
Düşünsenize böyle bir zihne sahip bir insan, elindekinden ne kadar keyif alabilir? Ne kadar mutlu olabilir? Ne kadar faydalanabilir ondan… Cevabı basit… Yenisi gelene kadar…
Yine bir şikayet konuşmasında Sevil arkadaşına “Eskiden bir araba veya bir bebek oyuncağımız olurdu ve biz onunla parçalanana kadar oynardık. Ve gerçekten onunla çok mutlu olurduk. Başkası gelecek diye beklemezdik ki… Onu sever, onunla o imkânlarda çok mutlu olurduk. Çocuk işte” derlerdi belki… Oysa biz o imkânlarla en büyük doyuma ulaşırdık. Çocuk aklıyla şükrümüzü yapardık, o bebeğe veya arabaya sarılarak…
Şimdi öyle mi?… İki saat sonra neyle eğleniyorsa ‘Canım sıkıldı benim’ diyerek atıyor bir kenara… Nasıl bu hale geldi anlamadım ben arkadaşım…
Her akşam işten eve gelirken onların istekleriyle elim kolum dolu geliyorum. Ama ben daha istediklerini eve getirmeden “Annecim bana Barbie rüya karavanı alır mısın? Çok güzellll” isteğine geçiyoruz.
Ve tüm bu fedakârlığa karşılık, işten eve geldiğinde gördüğü manzara hep aynı…Yediğinin çöpünü bile atmayan iki çocuk…
“Oğlum bari yediğin dondurmanın çöpünü çöp kutusuna atsaydın” dediğimde
-Şimdi olmaz anne yaa… Oyunun en heyecanlı yerindeyim, konuşturma beni. Uf ya… Bak senin yüzünden vuruldum. Ne yaptın anne yaa… Bir çöp yüzünden vuruldum. Beş dakika sonra atsak ölürdük sanki” diye bir de trip yiyorum.
-‘Tövbe tövbe… Ne ölmesi oğlum. Ne vurulması... Bırak artık oyunu da kalk bana yardım et. Şu aldıklarımı arabadan taşımama yardım et’ dediğimde “Olmaz anne. Yeniden başladım bir daha ölemem senin yüzünden. Lütfen beni rahat bırakır mısın?” diyor.
Edacım, artık kendi kendine konuşuyorum, delirdim galiba…‘Ne yapacağım ben bunlarla?’
Eda bu sefer harekete geçti. En azından artık bu şikayeti durdurması gerekiyordu birinci adım olarak…
-Bak arkadaşım gerçekten bunu soruyor musun yoksa sadece şikayet mi ediyorsun? Eğer bunu gerçekten sorarsan konuşmaya devam edelim. Yoksa bu bizi hiçbir yere götürmeyecek her zamanki gibi… dedi…
Sevil’den “Evet gerçekten istiyorum” cevabını alınca
-Bak arkadaşım…
Birincisi… Ne kadar imkân varsa o kadar marifetsizlik ortaya çıkar.
İkincisi… Sen kendin söyledin; bir bebekle tüm çocukluğun geçmiş ve yine çok mutluymuşsun. O yüzden çocuklarına birçok şey alarak değil hiçbir şey almamakla işe başla…
Üçüncüsü… Bu evde sadece onlar mutlu olmamalı… Sen ve eşinde çocuklarlabirlikte mutlu olmalısınız… Yoksa bir aile değil, çocukların kölesi olmuş birer ebeveyn olursunuz. Bu da sizi başarısız bir evliliğe, mutsuz bir ilişkiye sürükler.
Bir düşün; en son eşinle, neye çok sevindin veya en son ne için kavga ettin?
Arkadaşım seni çok seviyorum ama bunlar gerçekler… Çocuklarınız sizi ele geçirmiş. Tıpkı oğlunun bilgisayardaki karakterleri gibi olmuşsun. “
Artık bu soruya gerçekten cevap bulacaksan bunları bir düşün, derim.
Sevil arkadaşının söylediği her cümleyi tartı biçti. Evet haklıydı… Bu evde otoritenin kim olduğunu göstermek lazımdı. Bu hem kendi hem evliliği hem de çok sevdiği çocukları için gerekliydi. Artık bu yuva onların isteklerine uygun en ufak bir hamleyi dahi kaldırmayacaktı. Eşi eve gelince yarım saat bir istişareden sonra bazı kararları almışlardı. Evet, yanlışlarını düzeltmek kolay olmayacaktı ama bu konu da kararlı ve nettiler. Bu çocukları yetiştirmek istiyorlarsa oyunu kuralına göre oynayacaklardı…
-Anne bugün Ahmet’le oyun oynayabilir miyim?
-Hayır oğlum. Bugün bazı kararları gözden geçirip gerçek hayata dönme vakti…Kardeşini de al salona gel… Çözmemiz gereken önemli bir problemimiz var… dedi Sevil, eşinden de gülümseme desteğini alarak…
Artık evlerindeki yanlış rutinleri değiştirme vakti gelmiş de geçmişti bile…
13 Yorumlar
Harika bir yazı.Ellerinize sağlık 🤗
YanıtlaSilSanki bizim evi anlattınız. Ne kadar çok hata yapmışız istemeden
YanıtlaSilBöyle bir bilinçlenmeye ihtiyacımız var gerçekten 👌
YanıtlaSilBir insana sadece imkân verirsek onu sadece bozabiliriz… 🤍
YanıtlaSilAiledeki her ferde yazık olmuş. çocuk çocukluğunu bilmiyor anne anneliğini. bilenlerden olalım inşallah
YanıtlaSilHe imkan marifetlerimizden alıyor. Kaleminize sağlık ihtiyaç gideren bir yazı olmuş 🍃
YanıtlaSilİmkan mı - marifet mi kıymetli
YanıtlaSilMiktar arttıkça etkisi azalıyor
YanıtlaSilYetiştirme bedellerini ödemek, bir insanı bozmadan yetiştirmek, imkan bedel dengesini ayarlamak… çok önemli çok…
YanıtlaSilAçlık insanı marifetlendirir, Bizim tepkilerimiz etrafımızı Marifetsiz yapıyor🦋
YanıtlaSilHer imkan bir imtihandı…
YanıtlaSilÇocuklarımızı sadece imkanlarımıza değil, yaşantımıza da ortak etmeliyiz ki marifetlendirebilelim inşAllah 🤲🏻
Şu zamanda her evde yaşanan bir problem..
çözümü ise bu yazı olmuş çok şükür 🤲🏻
Vesile olan sizlere de teşekkür ederiz 🫶🏻
Oysa anne ne kadar inanıyordu iyi bir şeyler yaptığına.. ve yaptıkça o bedellere daha çok sarılarak oyununu büyütüyordu. Gerçeği görmek ne kıymetli aslında.
YanıtlaSilÇok güzel bir yazı olmuş ellerinize emeğinize sağlık 🙏
YanıtlaSil