Salondaki kitaplığın, tozlanmış raflarının arasından bir saat ilişti gözüne. Akrep ve yelkovan üst üste geçmişti, saat 09.45’i gösteriyordu. Kol saatine bir yandan baktı, saat 12.10’du. Yıllar geçmişti belki de… Ama bu saat o zamanda takılıp kalmıştı. Ne ileri, ne geri… Sanki zaman akıp gitmiyordu. Bu ev için de durum çok farklı değildi. Yaşanmışlıkların izleri silineli çok olmuştu. Sadece biriken tozlar ve havanın ağırlığı hâkimdi artık eve.
“Kaç yıl oldu sahi?” Diye düşündü Cemre. “Kaç zaman geçti burada uyanmayalı?” Özlemiş mi diye kendi içine dönüp bir baktı. Özlemeyi tam olarak nasıl hissederiz ki? Kalbin mi sızlamalı ya da midende kekremsi bir tat mı olmalı? Hiçbiri yoktu Cemre’nin içinde. Sadece derin bir boşluk hissetti. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Zamanın yasası bu değil miydi zaten? Her şey geçip gitmeye mahkûmdu. Her güzel şeyde olduğu gibi her acı şey de bir gün geçip gidecekti elbet. Ama sanki bu evde birisi zamanı durdurmuştu. Her şey aynı yerinde ve herkes aynı rolde bekliyordu Cemre’yi. Sen bir git sonra yine geleceksin der gibi bakıyorlardı. Bir yanı kaçıp gitmek, uzaklaşmak istiyordu. Bir yanıysa kalmak ve yüzleşmek… İnsan neden yüzleşemez geçmişiyle? Neden kaçmak ister yaşananlardan? Neyi yediremez içine de çözümü kaçmakta bulur? Bu sorulara bir cevabı yoktu Cemre’nin. İşin gerçeği artık düşünmek de istemiyordu.
İnsan zihni, cevabını bulamadığı sorularda bir kısa yol arar durur. Kaçamak bir cevap arar ya da bir kaçış yolu. O acıyla yüzleşmenin bir bedeli vardır çünkü. Kabullenmenin bir ağırlığı ve bir yükü… Cemre de zamanın arkasına sığınmış bir haldeydi. Geçer diyerek arkasını döndüğü her şey bir gölge gibi onu takip etmeye devam ediyordu. Ta ki onu çözene dek. Hayat insana devamlı mesajlar göndermeye devam eder. Çözmeni, o köprüyü aşmanı, o duvarları yıkmanı bekler. Bakalım yapabilecek misin? Bakalım arkasına saklandığı şey bir gün seni ortada bıraktığında ne yapacaksın?
Cemre de her insan gibi “Nasıl?” Sorusunda takılmıştı. Her şey düzelecekse bile bu nasıl olacaktı ki? Kendiliğinden olmayacaktı, orası açıktı. Önce doğru problemi bulması gerekiyordu. Yıllardır bu ev onu sabırla beklemişti. Yıllardır doğru problem de onu bekliyordu. Her çözemediğinde veya kaçtığında sırtında yük artmış gibi hissediyordu. Ve yol yokuştu… Problem ne bu ev ne de eşyalardı. Bu durgun evde yaşayan birileri vardı hala. Annesi ve babası… Kardeşini kaybettiklerinden beri bu eve çok az gelmişti Cemre. Her geldiğinde içini o acı kaplıyordu çünkü. Anne ve babası evin sadece mutfağını ve bir odasını kullanıyorlardı. Geri kalan her şey aynıydı… Onlarla, o olayı hiç konuşamamışlardı. O kazadan beri hiçbir şey olmamış gibi devam etmişlerdi. Apar topar gitmişti Cemre bu şehirden. Sanki gittiğinde o kaza hiç yaşanmamış olacaktı. “Neden hiç konuşmadık ki?” Diye fısıldadı yutkunmaya çalışırken. Bir trafik kazasında kaybetmişlerdi, Demir’i. Ailenin en küçüğüydü ve de en afacanı. Hani derler ya gözleri çakmak çakmak diye aynı öyleydi. Her an zihninden bir oyun geçerdi. Dünya onun için kocaman bir oyun sahasıydı adeta. Onu kaybettikleri gün tatile gidiyorlardı hep beraber. Araba yolculuğunu kim sevmezdi ki? Hepsi farklı heyecanlarla çıktılar yola. Tam sekiz saat yol yapacaklardı. Nazım Bey iyi sürücüydü gerçi, istese daha erken de giderdi. Ama çocukların yolda sürekli durmak isteyeceklerini biliyordu. Zaten işin keyfi de bu değil miydi? Yolda geze geze gitmek tatilin olmazsa olmazıydı. İlk durakları bir dinlenme tesisiydi, Belgin Hanım çocuklara birer gözleme aldı. Demir’e patatesli, Cemre’ye peynirli, her zamankinden. Yola devam ederken mola yerinden yeni çıkmışlardı ki Cemre ile Demir kavga etmeye başladılar. Demir, Cemre’nin gözlemesini de yemişti. Bir sonraki duraktan alırız, kavga etmeyin, tamam hallederiz diye Belgin Hanım çocukları sakinleştirmeye çalışıyordu. Hiçbir şey fayda etmeyince Nazım Bey, tamam artık dönüyoruz dedi. Aynı yerden aynı gözlemeyi alacaklardı. Bunun ne kadar gereksiz olduğunu bilse de çocuklarını kırmak istemiyordu, hele de bu tatilde. Şu yoldan girdik mi zaten dönüşümüz kolay diye düşündü. En fazla yarım saat kaybettirecekti bu dönüş onlara. Sinyal verdi ve sağdaki çıkıştan saptı. Cemre ile Demir hala laf yarıştırıyorlardı. Tamam, artık çocuklar dönüyoruz iş… Derken bir anda savrulduğunu hissetti Nazım Bey. Araba ters dönüyordu, her şey bir anda olmuştu. Kendine geldiğinde kulakları uğulduyordu. Ambulansın ışığı gözlerini alıyordu. Ve sessizlik… Bir daha gözünü açtığında hastanedelerdi. Bir eksikle… Demir’i kaybetmişlerdi.
O günden beri kendisini suçluyordu Cemre. Özür dilemek istese kimden dileyeceğini bile bilmiyordu. Gidip gidip geliyordu bu şehre, bu eve… O sabah herkes uyurken Demir’in odasına gitti sessizce. Dışarıdan gelen biri, bu odada hala küçük bir erkek çocuğunun yaşadığını düşünebilirdi. Yaşasaydı 15 yaşında olacaktı tabi. Bu odada ise hala 5 yaşında bir çocuğun izleri vardı. Annesiyle konuşmak istedi Cemre; sarılarak ağlamak, içini dökmek istedi. Odada kaç saat kaldı bilinmez ama döndüğünde annesi kapıdan bakıyordu. Kızının kendisini suçladığını biliyordu ama hiçbir şey yapamamıştı. Kendi acısıyla boğuşurken, Onun acısına ancak seyirci kalabiliyordu.
“Özür dilerim.” Dedi Belgin Hanım, belli belirsiz. Bunu beklemiyordu Cemre. Özür dileyecek birisi varsa o olmalıydı, annesi değil. Demek ki asıl problem aralarındaki bu anlamsız sessizlikti. Yıllardır yanlış anlamıştı belki de her şeyi. Ailesinin hep onu suçladıklarını sanıyordu ve affedemiyordu kendisini. Annesinin bu özrü onu çok farklı hissettirmişti. Konuşmaya karar verdi, anlamak istiyordu.
“Biz o kazada ikinizi de kaybettik. Ulaşamadık sana, kapatmıştın kendini kızım. Ne yapacağımızı bilemedik. Belki daha iyi olursun diye teyzenlerin yanına gönderdik. Ama sen her gelişinde daha farklı biriydin. Sanki bize kızgın gibiydin, nasıl yaklaşacağımızı bilemedik.”
Aslında Cemre’nin de yasını çekiyordu Belgin Hanım. Onu da kaybettiğini sanıyordu. Bir çıkmaza girmişlerdi adeta. Ve böyle yıllar gelip geçmişti işte…
İnsan takılıp kaldığı yerde ne kaybettiğini göremez çoğu zaman. Takılmasaydı ne kazanacağını da bilemez böylelikle… Sahte problemler gerçek çözüme ulaşamaz hiçbir zaman. Gerçek çözüme ulaştığı zaman keşke der insan, keşke zamanı geri alabilseydim… Bu kadar küçük müydü gerçekten problemim? Neden en başında halletmedim ki? Nasıl geri kazanacağım şimdi bunca zaman kaybettiklerimi? Ah keşke…
2 Yorumlar
Yine de…
YanıtlaSilÖnümüzdeki verilen süreyi daha iyi geçirmek adına ‘İNŞALLAH’ diyerek geçirmeli…
Keşkeler hep oluyor hayatta…
Yaşanmışlıkları, deneyime dönüştürebilmek nasip olsun…
Şükür’lerin artması dileğiyle…
Kaleminize sağlık 🌷
“Sahte problemler gerçek çözüme ulaşmaz hiçbir zaman…”
YanıtlaSil