Sessiz Anlaşma


Hülya’nın yıllardır çalıştığı iş yerinde farklı bir bölüme geçmesi müdürü tarafından uygun görülmüştü. Bu değişiklik için çok gönüllü olmasa da ‘emir demiri keser’ diyerek yeni bölüme geçti. Biraz alışma süreci falan derken ilk birkaç hafta hiç de korktuğu gibi olmamıştı. Çalışma arkadaşıyla veya diğer çalışanlarla herhangi bir problem yaşamamışlardı. İlk zamanlar nasıl ilerleyebileceklerine dair konuşup planlamayı beraber yapıyorlardı. Bu sayede işler de aksamadan devam ediyordu. Zuhal, Hülya’ya göre o bölümde daha kıdemli sayılırdı iki yıllık bir geçmişi vardı. Yeni bir proje olduğunda ya da yapılacak bir şey olduğunda Hülya, ona danışıyor ve planlamasını yaparak çalışıyordu. Hülya işinde titiz davranır, hata yapmamak adına mutlaka danışırdı. Düzenli ve tertipli çalışmayı severdi.

Üniversitelerin açılmasıyla birlikte bölümlerine yeni bir stajyer başladı. Öğrenmeye hevesli, saygılı, tertipli, düzenli bir kızdı Eda. Söylenilen her şeyi yapmaya çalışıyor ve hızlıca kavrıyordu. Böyle bir kıvrak zekâsı olmasına rağmen bazen ne yapacağıyla ilgili ikileme düşüyor, kafası karışıyor ve istemeden de olsa hata yapıyordu. Çünkü onun sorduğu şey başka, aldığı cevap alakasız bambaşka şeyler oluyordu. Uzun yıllar bu işte çalışan biri olsa bile verilen cevaplar karşısında hata yapmamasıneredeyse imkânsızdı. Zuhal hiçbir şekilde kendi dediğinin dışına çıkmazdı. Bildiğinden şaşmayan, kendi söylediğinin en doğrusu olduğunu düşünen, kimseyi dinlemeyen bir yapısı vardı. Yenilikler karşısında hiç esneyemiyordu. Genel ahvali ‘ben böyle istiyorum, böyle olacak, böyle olmalıydı.’ Hal böyle olunca da hem kendisini hem de beraber çalıştığı insanları yoruyordu. Anlattıkları hep kendi egosunu tatmin edici şeylerdi. Bu sebeple de karşı tarafa etkisi de olmuyordu. Öyle zamanlar oluyordu ki sistemsel bir problem olduğunda bile aynı tepkiyi veriyordu. Hiç kimseye sormadığı gibi Hülya’nın da sormasına engel oluyordu. Bu durumda işin sekteye uğramasına sebebiyet veriyordu.

Bir süre durumu gözlemleyen Hülya, Zuhal’le bu konuyu konuşmaya karar verdi.

“Zuhal’cim öğlen arası seninle biraz sohbet edelim mi, ne dersin?”

“Olur. Yemekten sonra şirketin karşısındaki kafede çay içebiliriz.” diye cevap verdi Zuhal. 

Çaylarını içerken bir yandan da sohbet ediyorlardı. Hülya konuya bir şekilde giriş yapmak istiyordu. Biraz da çekiniyordu aslında, yanlış anlaşılmaktan korkuyordu. Ama bu şekilde de çalışmak çok zorlaşmıştı. İlk fırsatta konuyu açtı. 

“Zuhal’cim seninle Eda’ya yaklaşımınla ilgili konuşmak istiyorum. Uzunca bir süre gözlemledikten sonra bu konu hakkında konuşmak istedim. Eda’ya böyle yaklaşmaya devam edersek ona bir faydamız olmayacak. İnsanlar staja gelecekteki meslekleriyle ilgili bilgi sahibi olmak, pratik kazanmak için geliyorlar. Ama öyle gözlemliyorum ki Eda’nın takıldığı konular ile senin verdiğin cevaplar bambaşka. Haliyle böyle olunca da onun bocalamasına, kafasının karışmasına sebebiyet veriyor. Yani mesela o senden tarhana çorbası tarifi isterken sen ona kışın ne giymesi gerektiğini anlatıyorsun. Öyle olunca da onun ihtiyacını görmüş olmuyorsun. Eğer yetiştiren olmak istiyorsak onun ihtiyacı olan şeyleri öğretmemiz gerekiyor. Çünkü insan uygulamadığı her bilgiyi unutuyor. O bilgilerin yaşayıcısı değil, taşıyıcısı oluyor. Bilgilerde en nihayetinde de insana yük oluyor.”


Söylenilenler karşısında Zuhal’in cevabı pek de kabullenmiş gibi değildi. Hülya’nın çekindiği şey olmuştu. 

“Ben senin gibi düşünmüyorum. Benim ona söylediklerim tam da olması gerektiği gibi” diyerek çok kısa bir cevap vermişti. Normalde de çok konuşmayı sevmeyen bir yapısı vardı Zuhal’in. 

Bu konuşmadan sonra Hülya’nın aklına yıllar önce yayınlanan ‘Eltilerin Savaşı’ filmi geldi. İki elti arasındaki tatlı çekişmeler vardı ama sonunda tatlıya bağlarlardı. Çok da uzamazdı kırgınlıklar. 

Denizin bir dalgalanıp bir durulması gibi oluyordu ilişkiler. Bazen duygular kabarırken bazen mantık alır kontrolü… Denge işidir en nihayetinde. Dalgaya da ihtiyaç var, durgun suya da…


Zuhal’in egosuna çarptığını anlamıştı Hülya. Daha fazla üstüne gitmek istemedi ama Eda’ya da destek olmak istiyordu. ‘En iyi ders, örnek olmaktır’ diye düşündü. Eda’yla daha yakın temasta çalışacaktı bundan sonra. Zuhal ise her ne kadar terslemiş gibi dursa da anlamıştı aslında. Kendisi de farkındaydı çok yardımcı olamadığının. Ama birisiyle çalışmaya çok alışık değildi, zorlanıyordu. Esneyemediği için de ihtiyaç göremiyordu. Bir stajyere uzun uzun anlatmak hiç de istediği bir şey değildi. Yine de Hülya’nın söylediklerine aklı takılmıştı bir kere.

İkisi de sessizce çaylarını bitirdiler ve ofise döndüler. O konuşmadan sonra Zuhal daha ılımlı olmak için çabalarken Hülya da daha çok Eda’yla çalışmaya başlamıştı. Sessiz bir anlaşma yapılmıştı sanki daha çok ihtiyaç görebilmek adına… Eda’nın stajının son gününde bütün bir ekip yemeğe çıkmışlardı. Eda sık sık Hülya ve Zuhal’e teşekkür ediyordu, çok verim aldığını anlatıyordu. Zuhal ise minnettar bir ifadeyle Hülya’ya gülümsüyordu. Sessiz anlaşmaları işe yaramıştı…

Yorum Gönder

6 Yorumlar

  1. İnsan yetiştirmek için biraz esnek olmak biraz egoyu aşmak ve en önemlisi ihtiyaç karşılamak gerekir.

    YanıtlaSil
  2. “İhtiyaç giderirken, ihtiyacının giderilmesi…”

    YanıtlaSil
  3. Bazı şeyleri sesli söylemek insana çok ağırgeliyor cidden…

    YanıtlaSil
  4. İnsanlar birbirinden çok farklı, iş yapış şekilleri dahi öyle. O zaman farklılıkları algılayıp ona göre iletişim kurmak en güzeli. Teşekkür ederim 💐

    YanıtlaSil
  5. İş ortamında aklı başında biri her zaman ihtiyaç :) Emeğinize sağlık 🌸

    YanıtlaSil
  6. Güzel bi konuya değinmişsiniz. Kalemine sağlık. Yetiştirmek zordur, bi başka detay eklemek isterim. çırağın çıraklık yapmaması ve üstüne nankör olunca insan yetiştirmek istemez. Çırak yetişmek istiyorsa hafif olması ve yük olmamaya özen gösterse iş kolaylaşır.

    YanıtlaSil