BİR ŞANS DAHA
Leyla
Hanım, altmışına merdiven dayamış bir kadındı. Artık her geçen gün, ona
ömründen eksilen bir sayı gibi geliyordu. Hele ki eşinin ölümünden sonra, bu
his daha da derinleşmişti.
Bugünse
günlerden oğlu ve gelininin ziyaret günüydü. Veee tabii ki torunu Enes’le
buluşma günü...
Leyla,
“Çocuklara da bir şey diyemiyorum ki, bir hafta sonları var,” diyerek
gelecekleri günü sabırsızlıkla beklerdi. Onların sevdiği şeyleri özenle
hazırlar, patatesli böreğiyle havuçlu cevizli keki masanın üzerine her zamanki
gibi koyardı. En sevdiği patatesli börek ve havuçlu cevizli kek her zaman
masanın üzerinde hazır olurdu.
Kendini
hiç yalnız hissetmezdi ama yine de, eşini kaybettikten sonra gözü hep kapıdaydı.
Oğlu ve gelini de bunu bildiklerinden, onun bu bekleyişini hiç aksatmaz, boşa
çıkarmazlardı.
Onlarla
sohbet etmek, bir hafta boyunca yaşadıklarını dinlemek Leyla Hanım için büyük
bir keyifti. Hele torunu Enes’le konuşmak… O bambaşkaydı. Küçük çocuğun
söylediği her söz, onu hem gülümsetir hem de derin düşüncelere daldırırdı.
Ama
bugün Enes’te bir haller vardı. Öyle her zamanki gibi neşeli değildi. Biraz
sarılıp başını okşayınca hemen babaannesinin gözlerimin içine bakıp,
-Babaanne
yaa... Hayat hep böyle çok zor mudur?
-
Canımmm hayırdır, neden böyle söyledin?
-
Soruyorum iştee... Hayat hep bu kadar zor mudur?
Gülümsedim...
-Zaman
zaman kuzum, zaman zaman…
-Peki,
sen benim yaşımdayken böyle hisseder miydin?
-Evet
-Peki,
nasıl baş ederdin? Ya da şimdiki aklınla benim yaşımdaki kendine ne söylerdin?
Belli
ki canı fena halde sıkılmış ve şikâyet etmek istiyordu. Ama nereden bilsin ki
Enes, babaannesinin hayatındaki en büyük keşkesinin üzerine bastığını...
Leyla
bu soruyu duyunca duvarda asılı yeşil çerçeveli aynaya baktı ve yıllar önceye
daldı gitti...
Eşi o gün işten
gelirken ona ufak bir hediye almış ve heyecanla hediyeyi verdiğinde çok kötü
bir muamele görmüştü;
-“Bu ne böyle
Hüseyin... Ben mavi renk severim, bilmiyor musun” demiş ve onun gönlünü çok
kırmıştı.
Leyla
Hanım bu hatıranın pişmanlığıyla;
-Biliyor
musun kuzum. Benim ömrüm hep şikâyet etmelerle geçti. Sakın sen böyle olma,
emi...” dedi.
Enes
babaannesine baktı. Ve onun sesindeki hüznü ve yüzündeki üzüntüyü görünce
şikâyetin insanı ne hale getirdiğini hissetti. Hem hayret hem de merakla sordu;
-Neden
öyle söyledin babaanne?
-Bak
kuzum. Şu gördüğün ayna var ya... Onu bana deden hediye almıştı. Bir gün iş çıkışı
beğeneceğimi düşünmüş ve heyecanla eve getirmişti. Bense onun hevesini de
heyecanını da kursağında bırakıp, aldığı hediyeye burun kıvırmıştım. Üstelik
bununla da kalmayıp bütün gün, “Sen nasıl yeşil alırsın!” diye söylenip
durmuştum. Dedeciğin ise hem üzülmüş hem de ne yapacağını bilememişti. Şimdi
bana sorsan...
‘Keşke
öyle yapmasaydım. Keşke gülümseyebilseydim.
Keşke
beni düşünüp mutlu etmeye çalışan eşimi bende mutlu etseydim’ derim.
Ama insan o anda
duygularına yenik düşüyor ve nankörlük yapıyor.
-Zaten
şimdi de, istesem de yapamam... Canım benim... Hiç yüzünü güldüremedim. Her
zaman her şeyden şikâyet ettim.
Mesela,
ben o zamanlar çalışıyordum. İşten eve geldiğimde, yorgunluktan gözüm hiçbir
şeyi görmez ve başlardım şikâyete;
Neden
benim işim bu kadar yorucu? Neden her işe ben yetişmek zorundayım?
Neden
elin zengin hatunları gibi evimin kraliçesi olamıyorum? Neden bu ev bu kadar
küçük? Zaten eşyalarımızda sığmıyor?
Sonra
büyük eve geçtik bu sefer; ‘Bu ev çok büyük, ben nasıl
temizleyeceğim?’
Yani
anlayacağın kuzum, dedeciğine ve etrafımdaki herkese bir gün olsun ‘ Ben
mutluyum’ demedim...
-Peki
dedem ne yaptı babaanne? Sana kızmadı mı? O da şikâyet etmedi mi?
-
Ah ah... Dedeciğin baktı ki baş edemiyor, çareyi evden kaçmakta buldu... Bir
gün kahveye, bir gün parka, bir gün sahile, bir gün ormana gider benimle vakit
geçirmezdi... Haklıydı da... Böyle mutsuz, böyle huysuz, her şeyden şikâyet
eden bir insanın yanında kim durmak isterdi ki?
Sonra
sonra anladım; şikâyet insanda en büyük
iticilikmiş...
O
yüzden, bana bir şans daha verilseydi, hiç düşünmeden “Yüz Güldüren, Şikâyet Etmeyen
Biri” olmak isterdim.
Senin
yaşındaki Leyla’ya da;
‘Hayattaki
her problemin çözümü şikâyet etmek değil, ona başka yönlerden de
bakabilmektir. Eğer o an çok sinirliysen
de; güvendiğin bir insandan yardım iste ve onun deneyimlerini usulca dinle’
derdim. Tıpkı senin yaptığın gibi kuzum…
Ağlasan bile yüz
güldürebilen…
Yorgun olsan bile
enerji verebilen…
Üzgün olsan bile
neşelendirebilen...
Beğenmesen bile
şikâyet etmeden;
‘Yeşilmiş,
maviymiş ne fark eder’ diyerek,
Sana bakan
herkesin yüzündeki tebessümün sebebi ol, emi kuzum...
Çünkü hayattaki
en büyük hazine bir insanı mutlu edebilmektir. Bunun da birinci adımı
gülümsetebilmektir.
Hem
biliyor musun; Gülümsemek sadakadır.
-Aaaa
ne güzel bir şey bu, babaanne... Hem çok kolay hem de en bedava sadakaymış...
Ben artık hep sadaka dağıtırım öyleyse ‘Hem
gülümserim hem de gülümsetirim’
===
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
“Kim Kimdir”, “İlişkide Ustalık”, “Başarı Psikolojisi” programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.
===
“Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?

9 Yorumlar
Keşkesiz olabilenlerden olalım inşallah
YanıtlaSilİnsan neden bu kadar geç kavrıyor gerçekleri?
YanıtlaSilSadece zevkşme uymuyor diye laf edendim bende. Düşünülmenin ne kadar kıymetli olduğunu anlayana kadar ☺️
YanıtlaSilKaleminize sağlık
YanıtlaSilHem gülümseyip, hem gülümsetebilmek :)
YanıtlaSilYüz guldurebilenlerden olmak dileğiyle 🤲
YanıtlaSilNe kadar kıymetli bir hatırlatma… Daha çok yüzün gülmesinde vesile olabilelim dileklerimle :)
YanıtlaSilİnsanların yüzlerinde tebessüm sebep olabilen insanlar, ne kadar da az
YanıtlaSilBiz ilişkilerimizde bayram olalım :) Ne güzel bir niyet!
YanıtlaSil