Her genç kızın hayalindeki gibi bir evlilik yapmıştı. Her şey istediği gibi gitmişti. Ufak tefek aksilikler çıksa da çok da sorun etmedi, çünkü çok mutluydu ve her şey çok güzel olacaktı...
Başlarda evliliği gayet güzeldi demek isterdik, fakat nasıl olduğunu anlamadığı bir şekilde evlendiği ilk hafta daha kavgalar başlamıştı. Ne yapacağını, ne düşüneceğini bilemiyordu. Tamamen şuurunu kaybetmiş gibiydi. “Zirveden bir anda yere çakılmak böyle bir şey sanırım” dedi. Evlenmeden önce gösterilen dur ikazlarını düşünmek bile istemedi. Egosu görmek, duymak, bilmek istemedi o an. Devam etti, değişir zamanla dedi!
Her şey onun istediği gibi olmalıydı, sonuçta alışkın olduğu bir yaşam tarzı vardı ve kimse için onu değiştiremezdi. Tatile gidilecekse onun istediği yer olmalıydı, daha önce gittiği restoranlarda yemek yenmeliydi. Onun sevdiği spor yapılmalıydı. Onun istediği filmlere gidilmeliydi. Onun sevdiği sanatçının şarkıları dinlenmeliydi. Bütün kontrol onda olmalıydı, "kontrolü kaybedeceğime aklımı kaybederim daha iyi" derdi. Ve öyle de oldu. Her şeyi o idare ediyordu, hatta o kadar iyi yönetiyordu ki bütün faturaları ödüyor, market alışverişi, tatil planları, otel, uçak rezervasyonları, çocuğun okulu ile ilgili kararlar, evde çıkan her türlü sorunun çözümü onun sorumluluğunda oluyordu. Sonuçta kendi ayakları üstünde duran harika bir kadındı! Sonra bir gün arkadaşı “Sen çok değiştin” dedi. Nasıl yani! Ben mi? “Evet, önceden asla gitmem dediğin yerlerde takılıyorsun, eşinin sevdiği sporu yapmaya çalışıyorsun, hatta sadece onun sevdiği şeyleri yapıyorsunuz, farkında değil misin?” Hayır, canım olur mu öyle şey dese de zihninde onu rahatsız eden bir şeyler olduğunu hissetti! Bulanık bir görüntü, uğultulu bir ses aksini ispatlarcasına içinde dolaşıyordu. Başlarda kabullenemedi tabi ki fakat biraz düşününce anladı ki arkadaşı kesinlikle haklıydı. Kendine bile itiraf etmekte çok zorlandı. Evet, haklıydı arkadaşı.
Bu kontrol çılgınlığı onu ele geçirmişti ve yönetmek istediği hayatında aslında yönetiliyordu! O kadar çok istediği şeyin zıttını yaşıyor olmak onu derinden sarsmıştı. Yöneten olmak isterken yönetilen olmuştu. Nasıl bir denklem ki bu çözemedi. Evlilik denen şey ortak bir yaşamı paylaşmak olmalıyken kendi hevesleri yüzünden, yaptığı yanlış hamlelerden dolayı, tek başına eline sazı almış oynarken buldu kendini. “Vay başıma gelenler” dedi. Şimdi bunları düşünürken çok zaman geçti de, öyle gülebiliyor o haline. O zamanları sorsanız; Dünyada bir tek onun acısı varmışçasına, “Acıların kadını olmuşum haberim yok” derdi! Dıştan görünüşüyle on numara hatun ama içten acıların kadını Bergen misali çökmüş. Bir de evliliğin bütün yükünü tek başına sırtına almış gidiyor. Ta ki o güne dek!
Bir gün bir bilge karşısına çıktı ve dedi ki; Bu hayatta hiçbir acı sonsuza dek sürmez. Her derdin bir dermanı, her problemin bir çözümü vardır, sadece yanlış yöne bakıyorsundur belki de. Belki de hayat o kadar acıklı değildir. Belki de kafanı çevirsen, derdine derman olacak kişi yan masada oturuyordur…
Peki, birisi tarafından yönetilmek bu kadar kötü bir şey mi?
Yönetilmek düşünüldüğü kadar kötü bir şey değildir aslında. Hatta bazı durumlarda yönetimi ehline bırakmak kişiye de şifadır. Oysa insanlar yönetilmekten hoşlanmazlar, genelde yöneten tarafta olmak isterler, bunun sebebi güç kaybedeceğini düşünüp kontrolü kaybetme korkusu ile hep yönetimi elinde tutmak istemeleridir.
Buradaki soru şu olmalı: “Doğru strateji ile mi yönetiliyorum?”. Doğru strateji ile yönetilmek, toplulukları başarıya ulaştıran bir sistemdir. Aile de bir topluluktur. Oysa insanlar yöneticiliği zorbalıkla karıştırırlar. Ve bunu yaparken de farkında olmadan eşine, çocuğuna, çalışanına, kardeşine, arkadaşına, ailesine karşı zorba olurlar.
Eğer kişi yöneten ise, herkes O’nun dediklerini yapmak zorundaymış gibi hisseder ve öylede davranır. Tıpkı bizim genç kızımız gibi! Oysa hiçbir çoban sürünün önünden gitmez. Bütün çobanlar sürünün peşinden gider. Yönetici de bir çobandır. Bir kadın çocuklarının çobanıdır. Bir erkek aile halkının çobanıdır.
Annenin çocuklara uyumlu olması, bir kadının kocasına uyumlu yaşaması onu güçsüz kılmaz. Aksine onları daha sıkı, diri bir topluluk yapar. Sürü çobana değil, çoban sürüye çok uyumlu olduğu için yönetebilir.
16 Yorumlar
Çoğu kadının özeti olmuş, emeğinize sağlık.
YanıtlaSilYönetilebilir olmak yönetebilmeyi getirdiğini bilmak...
YanıtlaSilYönetici olmak bile uyumdan geçiyor
YanıtlaSilNe güzel anlatmışsınız ellerinize sağlık
“Uyum; kişiyi güçsüz kılmaz”
YanıtlaSilEmeğinize sağlık 🌷
YanıtlaSilYönünden ve ilminden emin olduğun insan tarafından yönetilmek kadar konforlu bir alan yoktur. Kaleminize sağlık 🌷
YanıtlaSilEmeğinize sağlık, harika bir yazı
YanıtlaSilUyum, Uyumlanmak Şifaysa Neden halen uyumsuz olmayı seçiyoruz? Uyumlanmaya programlayabilse insan kendini konfora da ulaşacak aslında ama... Çok Güzel bir yazı Emeğinize sağlık.
YanıtlaSilEmeğinize Sağlık. Harika bir anlatım olmuş. Başarılarınızın Devamını Dilerim.
YanıtlaSil“Sürü çobana değil, çoban sürüye çok uyumlu olduğu için yönetebilir…” Ne güzel anlatmışsınız kaleminize sağlık 🍃
YanıtlaSilYönetilebilir olmak da kıymetli yönetebilir olmak da... yeter ki doğru yerde olsun. Teşekkürler güzel yazınız için
YanıtlaSilUyumlu olmanın, yönetilebilir olmanın önemi Ne güzel anlatılmış elinize sağlık..
YanıtlaSilYönetilmeyi isteyen az, yönetmeyi isteyen çok olunca ego savaşı başlıyor. Dolayısıyla uyumlanma sorunuda bundan yaşanıyor. İhtiyaç olan bir konuya değinmişsiniz. Yüreğinize sağlık…
YanıtlaSilÇoban sürünün önünden gitmez, sürüye çok uyumlu olduğu için yönetebilir. İlim ne büyük konfor
YanıtlaSilHarika bir yazı olmus..
YanıtlaSilHarika bir yazı olmuş..
YanıtlaSil