Sanki zaman durmuş gibi. Her gün aynı kabin… Her gün değişik insanlarla iniyoruz çıkıyoruz. Duygular değişiyor, insanlar değişiyor ama yaşanan olay hep aynı.
Asansörün kapısı açıldığı anda,
herkes içeriye doluşuyor. Sonra birileri düğmelere basmaya başlıyor. Tüm düğmelere
üst üste basınca, daha hızlı gidebilecekmiş gibi bir telaş insanlarda...
“Altıya basılmış mı? Beşe de basın... Beş... Bastınız mı beşe?” Herkes sadece kendi çıkacağı kata odaklı. Asansördekiler
hasta mı, hasta yakını mı, doktor mu? Kimse kimsenin umurunda değil. Tek dert
var; yukarı çıkmak…
Hava kararmıştı ve kulaklarında hala
aynı ses çınlıyordu. “Beşe bastınız mı? Ben dörde gidiyorum; dörde bastınız mı?
Dört dedim duydunuz mu? Çekilir misiniz? Kapıya yaslanma kardeşim kapı senin
yüzünden kapanmıyor…” Bütün gün bu sesleri dinliyordu asansörle inip
çıkarken. Akşam saat dört olup,
doktorlar çıktıktan sonra hastane sadece orada olanlara kalıyordu.
Bazen sadece asansör boş diye
inip çıkası geliyordu Bade’nin. Çünkü bütün gün insanlar sadece kendi
telaşında. Tek derdi yukarı çıkmak
olunca, kolu alçılı çocuğu sıkıştırmaktan çekinmiyordu. Ama o kendi çocuğu
olunca da asansöre kimseyi bindirmemeye çalışan insanlar… “Ne zaman bu kadar
bencilleştik biz?.. “
Hastaneye gelmiş ama ondan başka
ve hatta ondan çok daha ağır durumda olan hasta insanlar olduğunu unutarak,
oradaki en önemli hastanın kendisi olduğundan çok emin bir şekilde “çekilin,
yer açın, biraz boşluk bırakın.” Bunu kendisi yaparken diğerlerini itip kakan
insanlar... Kendisi birinci kata çıkacak ama altıncı kata çıkacak olan tekerlekli
sandalyeyi itip, öne geçmeye çalışmaktan hiç çekinmeyen, asansörün içinde yer
beğenemeyen… “Ne zaman bu kadar tembelleştik biz?..”
Biz nasıl bu hale gelmiştik?.. Nasıl
bu kadar herkesi unutup kendimizden bahseder olmuştuk?.. Merdivenlerden bir kat
çıkıyor, orada asansöre basıyor, biraz bekliyor... İki dakika içinde gelmeyince,
bir kat daha çıkıyor, tekrar basıyor. Biraz daha bekliyor, tekrar çıkıyor.
Aslında yürüyerek çıkabileceği katı, sadece ona verilen imkanı kullanmazsa hakkı
yanacakmış gibi hissediyor. Kendini istediği yere ulaştırmaya çalışırken, diğer
insanları durdurduğunun hiç farkına varmıyor insanlar…
İmkansızlıklar olabilir mi insanı
geliştiren(?) Bir zamanlar bu kadar oyuncakçı yoktu ve çocuklar kendi
oyuncaklarını yapardı. Yapraktan
tabaklar, kirazdan yemekler… İki oyun arasında canları sıkılmaz, anneler
daraltılmazdı… İmkanlar çoğaldıkça daha
ok canı sıkılan, şikayet eden, daha bencilce davranan çocuklar olmaya başladı
etrafta…
Bade'nin beyni yanmıştı artık bu
tip insanlardan. Üç aydır hastanede yatıyordu… Bir türllü şu sigaradan vazgeçemiyordu. Buradan çıkınca belki bırakacaktı ama şimdi
değildi. Şu an çok stresliydi… Odası altıncı kattaydı ve onun için günde en az 4-5
kere inip çıkıyordu. Aslında daha fazla sigara içmek istiyor ama asansör
çilesine daha fazla dayanamıyordu. Eğer
ciğerleri biraz daha sağlam olsa, yürüyerek inip çıkacaktı. İnerken iniyor ama
çıkarken çok zorlanıyordu; nefesi yetmiyordu.
İyi de ben neden bu kadar dert
ediyorum bu insanları, diye iç çekiyordu bir yandan. Bazen birilerine müdahale
ediyordu. “Bir dakika bekleyin kapı zaten kendi kapanır. Düğmelere basmayın;
bastıkça asansör kilitleniyor ve çıkamıyoruz...”
”Zamanın getirdiği şartlar
yüzünden insanlar birbirinden daha kopuk dolayısıyla daha bencil olmaya
başlamış... İnsanlar birbirinin ihtiyacını düşünmez olmuş” diye mırıldanıyordu
Bade birgün. Refakatçi olarak yanında bulunan annesi dayanamadı: “ Peki sen
kızım... Bütün insanları düşünüyorsun bu çok güzel. Hastayım demiyorsun
yaşlıların elinden tutuyorsun, çantalarını taşımaya çalışıyorsun, insanlara yer
açmaya çalışıyorsun… Bunların hepsi çok güzel ama ciğerlerin bu kadar hastayken
sigara içmen… Bu da bir bencillik
sayılmaz mı? İnsanlar kendi yaptıklarını
görmüyor. Peki sen kimi görmüyorsun? Sen kimi ihmal ediyorsun?”
Doğru söylüyordu annesi. O da
biliyordu bunları ama bunu duymak biraz ağır gelmişti Bade’ye. Yoksa en büyük
bencillik, insanın kendine eziyet etmesi olabilir miydi?
Yanlışını fark edebilmek değil mi
erdem, diye düşündü. Ve insan, kendine değer verirse yanlışlarını fark etmeyi
hak edebilirdi.
Artık, yanlışı düzeltebilmek için
dönüşüme başlamak gerekiyordu bir yerlerden…
Deneyimsel Tasarım Öğretisi,
deneyim çıkararak, yarınını
güzelleştirmek için yol gösterir, stratejiler sunar.
14 Yorumlar
Erdem nedir , yanlışlarımızın nasıl farkına varabiliriz…
YanıtlaSilElinize sağlık.
Ya gerçekten insan en büyük bencilliği, zulmü kendisine yapıyorda farkında olamıyor maalesef…
YanıtlaSilGüzel bir noktaya değinilmiş. Kendine değer vermek isteyen herkesin okuması gereken bir yazı.
YanıtlaSilYanlış olduğunu bilerwk yapmaya devam ettiğimiz ne çok şey var hayatımızda...
YanıtlaSilİnsan en çok kendine yabancı...
YanıtlaSilBaşkalarının değil kendi hatamizi görmeye başladığımız dönüşmeye başlıyoruz. Ellerinize sağlık
YanıtlaSilDış dünyaya baktığımız gibi aynaya bakmıyoruz👌🏻
YanıtlaSil“Fark et ve dönüşüme başla.” Çok güzel…
YanıtlaSilEllerinize sağlık🌷
YanıtlaSilBu eğitimle birlikte kendime değer vermeye başladığımı ve bununla birlikte nerede yanlış yaptığımı görebildiğimi düşünüyorum. Çok şükür..
YanıtlaSilKendimizi unuttuğumuz, hiç ihtiyaç olmayan yerlerde ben ben dediğimiz…
YanıtlaSilEmeğinize sağlık çok güzeldi☘️
Ve insan, kendine değer verirse yanlışlarını fark etmeyi hak edebilirdi. Farkındalık oluşturan bir tespit, insan çok düşünmeli üzerine… emeğinize sağlık…
YanıtlaSilKendimizin farkına varabilirsek daha güzel olacak hayatımız
YanıtlaSilKendi hayatımıza da nötr boyutta bakabilsek, çok şey başarabiliriz
YanıtlaSil